Çoğumuzun aklına gelmeyen, gelse
de bir türlü planlara dahil edilemeyen kıta olarak kalmış sanırım Afrika...
Halbuki Almanlar, İngilizler, Norveçliler, diğer İskandinav ülkeleri, vs. hatta
Araplar yıllar öncesinden keşfetmiş buraların güzelliğini, değerini... Benim
gördüğüm biz Türkler arasında hep ikinci planda kalıyor Afrika safari
tatilleri.. E dünya çok büyük, her yeri ayrı güzel, ülkemiz de çok güzel ancak sıra
geliyor sanırım... Tavsiyem o dur ki, tereddüt etmeden gidin Afrika’ya (Afrika
diyorum ama aslında sadece Tanzanya’nın bir kısmını görme şansım oldu)....
Paris ne kadar büyüleyici ise, doğayı seven, değişik kültürleri tanımaktan zevk
alan biri için bu ülke ve kıta da o kadar keyifli olacaktır kanaatindeyim..
Rutin bir çalışma hayatı olan
biri için 10 - 15günde tüm Tanzanya’yı, yahut Kenya’daki safari rotalarının
tamamını görebilmek imkansız. Öyle olunca, en popüler, anlı şanlı olanlarını
dahil ettik programımıza. Tanzanya için safari rotamız 1)Arusha- Manyara Gölü
Milli Parkı 2) Serengeti Milli Parkı 3) Ngorongoro Milli Parkı 4) Zanzibar oldu. Gidemediklerimize (Tarangire ve Seleous
- Ekim ayı için Tarangire’yi özellikle tavsiye etti rehberimiz) insan mutlaka
öteki sefere diyor ama söylerken kendim de çok inanmıyorum bu söylediğime.
Ve Safari Game...
Öncelikle, Safari’nin ilk kuralı güneş doğmadan yola
çıkmak!! Güneşin doğuş anı, kızıllığı benim için gözlere şenlik.. Sabah
uykusundan mutlaka feragat edilmeli ve güneşin doğuşu esnasında arkanızda Afrika
savanları manzarası olmalı...
Manyara:
Arusha’ da güne başlayıp, aynı
günün sabahında Manyara Gölü Milli parkına doğru yollara düşüyoruz. İnsanlar ve
evleri daha doğrusu şehirler hemen yolun kenarında konumlanmış... Arusha-
Manyara arasındaki kimi asfalt kimi toprak (çoğunlukla toprak ve feci bozuk
yollar) yolda giderken her su birikintisinde toplaşmış insanları, çocukları, Masai’leri
görüp, kendi evlerinin, bağlarının bahçelerinin, hayvanlarının işleri ile
meşguliyetlerine şahit oluyorsunuz. Herkes yolun kenarında yürüyor, yolun
kenarındaki tarlasında hayvanını güdüyor... Bazen bizi farkeden çocuklar
bulundukları yerden, “Jambooo” diye selam veriyor, el sallıyor... Fotograf için sık sık durdurduğum
rehberimiz Francis, Masai’lere karşı
biraz temkinli... Para isterken bazen agresif olabileceklerini söylüyor. Ben
araba durmamış olsa dahi bu görsel zenginliği fotoğraflamaya çalışıyorum. Yol
kenarı yaşamı fotolarından ayrı bir kompozisyon çıkar Afrika söz konusu
olunca... (Bu arada ufak bir not: Tanzanya ana kara – Tanganika yol kenarı manzaraları, Zanzibar‘da
gördüklerimizden çok farklı idi. Zanzibar daha geri, belki bana göre daha pis
ve insanlar daha boşvermiş görüntü veriyor idiler. )
Safari parklarımız Tanganika ana
kara üzerindeki parklar olup burada halkın çoğunluğu hristiyan. Zanzibar’da ise
çoğunluk müslüman, kız ve erkek çocukları aynı okullarda okuyabilmekle beraber
çok küçük yaşlarda kız çocuklarının başları kapanıyor, kadınlar kesinlikle
fotoğraf vermiyor.
Resimlerle Arusha-Manyara yol
üstü görüntüleri:
Arusha'da araba ile yol kenarındaki yerleşimlerden
Lake Manyara'ya yakın bir köyden
Masai kabilesinden çocuklar, altta yeni sünnet olmuş yüzü boyalı ama bakışları nedense mutsuz çocuklar
Ve Manyara... Öğlen varıyoruz
otele...Gölü tepeden gören lodge’un manzarısı Erhan’la beni büyülüyor.. O bir
bira söylüyor kendine dehşet güzellikteki manzaraya karşı, bense fotoğraflama telaşındayım
etrafı... ve müthiş sabırsızım o toprak görünmeyen ağaçların arasında bizi
bekleyen hayvanları görmeye...
Lodge'un içinden görüntüler.. Gerçekten çok şıktı...
Bahsettiğim gibi, safari adabı, güne
saat 6 da başlamak ve akşam 6 da bitirmek, öğle yemeğini manzaraya karşı
otelinizce hazırlanmış kutu içine paketlenmiş yemekleri yemek imiş... Hatta
rehberimiz Francis der ki, rehberler olarak kendi aralarında Almanlara “six to six” derlermiş (sabah
altı, akşam altı saatleri arası safari talepleri nedeniyle) katı safariciler olduklarından, rehberleri zorlaması nedeniyle de pek
sevilmezlermiş almanlar (herşeye makine gözüyle baktıkları kanısı afrikalı
rehberler arasında da hakim)... Biz şahsen o kadar katı olmadık, lakin itiraf
edeyim öğlen 3-4 gibi pilimiz azalıyodu ... Ancaaak ansızın çıkan bir aslan yahut chita düşen adrenali geri getirmeye
yetiyordu. Manyara’nın güzelliklerini fotoğraflar anlatsın artık... Lakin
kelimelerim yetersiz kalacak...
Yorgun ilk günün akşamında
“Safari” bira ve “ev yapımı Afrika şarabı” eşliğinde acaba bu güzel lodge ‘da
ne yiyeceğiz diye merak ediyoruz... Yemekler konusunda da hiçbir sıkıntı
yaşamadık tatil boyunca. Yasmin pirinç ve bol bol et yedim... Et ve sosları
bence hint mutfağına çok yakın ama onlar kabul etmiyor bu yakınlığı... African
cuisine oldugunu söylüyorlar. Aslında doğası birbirine yakın denilebilecek,
aynı okyanusa kıyısı olan iki ülkenin yemeklerinin benzemesi de çok da
şaşırılacak bir durum değil. Otellerin Tanganika için konuşursak coğunlukla
Hintlilere ait olduğunu, Zanzibar’da ise Araplara ait olduğu bilgisini veriyor
rehberimiz. Bu arada kahvaltıda Mango yemekten bir hal oldum 10 gün boyunca..
Sanırım bu yaz Türkiye’de artık güzel mango peşinde koşmam.
Manyara’dan sonra istikamet
Serengeti:
Serengeti'de gün doğumu
5 büyüklerin hatta 5 küçüklerin J nadide elemanlarını bu
parkta gördük. Aslan, leopar ve chita bize bu devasa alanda göründüler... uzun
savan otlarının arasında gündüzleri gizlenen, dinlenen aslanlar ve chita sabah
saatlerinde tepelerde, tümseklerde ihtişamlı duruşlarıyla göz doldurdular arkalarında
müthiş serengeti manzarası ile... Leopar ise bana müthiş estetik gelen afrikaya
özgü o ağaçların dallarında yanında avı gazelle (bir tur ufak geyik turu)
yenmeyi bekler halde, aşağıdaki ağaçta da yavru leopar ile bir manzara
bütünlüğünde çıktı karşımıza... Bu manzarada sanırım gözümün önünden hiç
gitmeyecek, anne leopar ağaçların dallarında avını avlamış diğer dala koymuş
yorgunluk atıyor, yavru leopar bitişik ağaçta bizi selamlıyor, adeta kameralara
poz veriyor... Anne leoparın avladığı gazzelle’i neden hemen yemediği ve neden
kendisine uzak olan dalda beklettiğini anlamamış olsam da beklettiği yemeğini
kimseye kaptırmayacağı konusunda öz güveni çok fazla sanırım.. Bütün gün
izleyebilirim sanırım orda onları ancak rangers (görevliler) haberi alan diğer
araçların da görebilmesi için kurallar gereği bir süre sonra ilerlememizi
söylüyor.
Annecik, avı yan dalda olmanın rahatlığıyla geç sabah dinlencesinde
Erkek aslan ormanda hep fönlü saçlarıyla:)
Aslan kral tüm haşmetiyle önümüzden geçiyor ve otlar arasında kendini kaybettiriyor
Vakur Filler, safari game'in sakin ağırbaşlı hayvanları ama gücü tartışılmaz
Zarif ve de yanlız otlanmayı tercih etmiş bir zürafa
Dişi aslan topluluğu, onlar hep bir eküri, yanlızlık dişilere göre değil
Dişiliğin yumuşak, zarif, sevimli hatları
Safari adabı-2: J Cip ile yapılan
safarilerde özel izniniz yok ise, off-road yapmak yasak. Yani belirlenmiş
yolların dışında kafanıza göre otlara dalamıyorsunuz. Hem güvenlik hem de
habitatın korunması açısından kurallar böyle. Gene de Serengeti’de 3.gün sabahı
artık parkı terk etme üzere olduğumuzda aracın önünden aniden geçen Chita’nın
çıktığı tümseğe yaklaşmak üzere rehber aşka geliyor ve ufak da olsa off-road
yapıyoruzJ)
Dünyanın en hızlı koşan hayvanı, önümden aniden geçtiğinde çığlık atmıştım:)
Erkek aslan 2 adet dişiye gövde gösterisi yapar ve yeni sınırlarını işeyerek bize ilan eder
Dedim ya gün bitip de
otele dönünce, görsel şölen bitmiyor; otel-lodge milli parkın içerisinde.. Otelin ağaçlara yakın kısmında oturup biranın yanına istediğimiz nefis Afrika fıstıklarını, otel görevlisi; "veririz ama orada değil şu köşede
yeyin maymunlar elinizden çalabilir" diyor :) önünüzde zebralar
uçsuz serengeti ovası manzarası ve gün batımı... Serengeti’de yemek öncesi
açlığımızı “Serengeti” marka biramız ile bastırıyoruz... Yemek sonrası artık hiç
bir şeye mecaliniz kalmamış olsa da, otel çalışanlarının oluşturduğu afrika
şarkıları korosunu (davul, çatal, kaşık dışında bir enstrüman yok)
dinliyoruz... Hep beraber “Hakuna Matata”yı söylüyoruz... Şarkılar son derece
melodik ve sesleri de bir o kadar güzel koro elemanlarının... Bir koro
dinletisine de Ngorongoro’daki lodge’umuzda denk geliyoruz... Bu arada ufak bir
bilgiyi daha paylaşayım Serengeti ve Ngorongoro, UNESCO mirası listesinde yer
alıyor. Hatta Zanzibar Stone Town’da bu listede... Takdir edilcek diğer bir
husus da, Afrika’nın bile bizden daha iyi bir varlıklarını mirasını koruma
kültürüne sahip olması...
Serengeti'de sabah kahvaltımızı yaptığımız eski bir masai mağarası
Serengeti olsun, Ngorongoro olsun park sınırları içerisinde yer alan masai köyleri park dışında kalacak şekilde boşaltılmış, daha doğrusu devlet tarafından taşınmış, bir nevi kamulaştırılmış. Bu nedenle park giriş ve çıkışlarında oldukça fazla sayıda masai köyü yerleşimine rastlanıyor.
Safari’de 5.günümüzün sabahı
Serengeti’den Ngorongoro krateri milli parkına yola çıkıyoruz.. Allahım ne feci
bir yol... Zira, her akşam toz toprak temizliği yapıyorum, çantaların
üzerlerini ıslak havlularla siliyorum.. zaten Lodge’a varır varmaz,
resepsiyonda ilk ikram ıslak (Serengeti’de soğuk, Ngorongoro’da sıcak J) havlu ve portokal
suyu oluyor... o el havluları ile kafanızı, yüzünüzü iyice bir silip
soluklanıyorsunuz.. Sonra sürekli bir güleryüz “jambo-caribou”..:) Yollar ile
alakalı olarak der ki rehberimiz biraz da şaka ile karışık: “the roads in
africa are engineered by elephants, we just enlarged them a little bit” J . Yollar için başka
bir kabul görmüş tamlama da “African
Massage” JSerengeti
ve Ngorongoro arasında çok sayıda Masai köyü var... Masailer hayvanları ile
meşgul.. Bazıları ise yol kenarında oturur halde belki de turistlerden fotograf
karşılığı para alma bekletisinde bilemiyorum. Ama daha çok hakim manzara ineği-keçisi
arkasında ilerleyen bir Masai... Biraz ürkütücü mizaca sahip kabile fertleri
kendi yaşamı ile meşgul, hayvanlarını otlatma yahut su taşıma derdinde... Yolda
yüzü beyaz boya ile boyanmış çocukların mutlaka fotografını çekmek istediğim
üzere duruyoruz ve öğreniyorum ki, bu boya daha doğrusu yüze yaptıkları
desenler sünnet sonrası erkek çocuklarına yapılan bir gelenek... çocuklar Tanganika
insanı çok vakur, çok güzel... Bakışlar bana bunu hissettiriyor...
Sünnet geleneği yüz boyaları ile çocuklar
Ngorongoro kraterine giderken
Hava 5-7 derece civarında, rakım çok fazla ve sis ovanın bir kısmında hakimiyeti ele geçirmiş
Sis boşluklarını güneşin yardığı yerlerde altın sarısı düzlükler göze keyif veriyor
Hayvanları ile beraber bir masai
Masai köylerinde
Gnular
Hep bir yerden bir yere hareket halindeler, yeşil otlar peşinde gnular
Sürü başları, gerçekten hal ve hareketleri sürüyü yönlendirir gibiydi
Ngorongoro'nun göçmeyen "resident" gnuları
Sanırım bu manzaradan sonra burnum uçukladı :)
Flamingolar ve kafa kafaya vermiş gnular
Derken yolda
bir serval cat... J)
hoop makineler seri çekime... Bu serval cat chita’nın küçüğü... Kendinden buyuk
kedilere yem oluyor besin zincirinde... Kendisi ise fare vs. ile besleniyor...
Maalesef bunu öğrendikten sonra biraz karizması bozuluyor gözümde ama zevkler
ve renkler tartışılmaz.:)
Ngorongoro’da öğle yemeğimizi yediğimiz piknik alanının manzarası önümüzde, hipolar arkada krateri çevreleyen dağlar çok hoşumuza gidince kurduk tripodu çektik kendi kendimizi... çok eğlendik sanırım... sonra diğer insanlar benden kendi fotolarını da aynı noktalarda çekmemi istemeye başladılar, çok hoşuma gitti J “ohv, she is like a professional” demeleri gururumu okşadı...
Çocuklar gibi şendik:)
Ve akşam lodge’a dönüş... Lodge
kraterin tepesinde.. yükseldikçe ağaçlar sıklaşıyo ve hava soğuyo tekrar...
Resepsiyondaki çalışanlar bizi boğazlı kazakla karşılıyolar, biz de sadece
kargo şortlar bir yalancı da sweatshirt... Bir teknik tavsiye vereyim yeri
gelmişken, Tanzanya’ya bu mevsimde gicedekler mutlaka yanlarına uzun kargo
pantolon ve 3-5 polar alsınlar.. lakin afrika sıcaklarında kavrulcağımızı beklerken,
öğlen 12-4 saat dilimi dışında oldukça serin bir hava var idi... Ngorongoro’da
ise artık sweatshirt’um toz topraktan kokmus oldugundan havuz havlularına
sarınarak güneşi batırdık tepenin manzarasında... Bahçede ise kocaman bir ateş
yakılmış idi...
Erhan valizleri kapmış, üşüdüğünden alel- acele odaya giderken
Ngorongoro'daki lodge'umuz, müthiş keyif verici manzara ve lodge ambiansı
Ateş yakarak ısınmak da bir yol tabii
Lodge'un manzarası, günü bu manzaraya karşı havuz havlularına sarınarak (soğuk çok soğuk) batırıyoruz
Sakin göründüğüme bakmayın, donmak üzereyim, hele hele şorta hiç aldanmayın
İçeride de şömine yanıyordu J
bu akşam Erhan’nın birası sanırım “Kilimanjaro” oldu.. “Serengeti” ve “Safari”
‘ye göre daha acı bir bira...Ben gene şaraptan yana kullandım tercihimi...
Nefis soslu yemek çeşitleri ile midemin sınırlarını zorladık bu akşam da...
Akşamın süprizi gene bir koro dinletisi
oldu...İşte bu korolara ve çatal kaşık dışında enstrüman olmayan şarkılara,
koristlerin seslerine ben bayıldım... Daha sonra kendimizi odaya attığımızda
yatağımızda sıcak su torbaları! bulduk.. E bu kadar üşümenin üstüne çok iyi
geldi doğrusu... Bu arada bir yandan da Swahili’yi baya çözdük.. Rehber-Francis
sağolsun, sürekli telsizden gün boyunca irtibatta diğer arkadaşlarıyla... Ya
hayvan peşinde yahut sohbet etmekte, o kadarını bilemiyoruz.. ama lügata baya
bir kelime ekliyoruz sayesinde...
Ertesi gün Ngorongoro’dan
ayrılıyoruz... Böylelikle safari serüveni sona ererken Arusha’ya dönüyoruz
Zanzibar’a geçmek üzere.. Gerçekten safari kısmı çok çabuk geçmiş şimdi onu
farkediyorum... Rehberimizden ayrılınca hem ben de hem de Erhan’da bir burukluk
oluyor... 5 gün boyunca çok alışmıştık kendisine...
Cesnna dedikleri 8 kişilik minik
ucak ile yaklaşık 1,5 saat süren yolculuk sonunda Zanzibar‘a varıyoruz...
Cessna dedikleri pırpır
Arkamda Klimanjaro'dan sonra Tanzanya'nın en yüksek dağı Meru (afrika'daki sıralaması 9 sanırım)
Sakin ve mutlu görünsem de uçak gerginliği az sonra vucudümü ele geçirecek
Uçaktan iner inmez otele geçiş
yolu boyunca gene yol manzaraları, yol üstü insan manzaraları topluyorum
hafızama...
Cuma günü okul çıkışı heyecanı, okullar karma ancak kadınlarda başörtü mecburiyeti var
Nedenini nasıl ifade etsem bilmiyorum ama bu
sefer gördüklerimden cok hoşlanmıyorum... Ada 1800’lü yıllardan bu yana
Umman’lı Arapların hakimiyetinde, Sultanlar yönetmiş 1940’lara kadar...Herkes
sıkı müslüman... Evler Tanganika’ya göre daha derme çatma, boyasız sıvasız daha
pis..keza insanlar da öyle... Evlerin dışında bekleyen, yolu izleyen halk adeta
trans vaziyette yola bakıyor... Oldukça bezgin... Arapların oturma ve etrafı
seyir kültürü bu ada insanının içine işlemiş... Yolun kenarında o kadar cok
yürüyen, kafasında erzak-ot vs. taşıyan kadınlar, bisikletli erkekler, yaldızlı
parlak rengarenk başörtülerüyle küçücük kız çocukları - kadınlar, bir de
evlerin dışında oturan, yatan bekleyen insanlar...
1 saatlik bir mesafe ile bu ada
halkından kopup biraz Moroc biraz African
konseptli gene müthiş otelimize geliyoruz... Konum olarak adanın doğusunda yer
alıyor otel, hint okyanusu sahilinde.. Stone Town-şehir merkezi ise
batısında...
Oteldeki dünya bambaşka... Tropik
bir adanın insanı büyülüyen klasik manzarası; beyaz kum, envai çeşit ağaçlar,
yüksek palmiyeler, ağacın dibine düşmüş mango-hindistan cevizi vs. kabukları,
yeşil mavi berrak tertemiz sığ bir deniz...
Çatı detayları müthiş
Odalara gidiş yolu ve odalar
Otel Lobisinden manzara
Ocean Beach paradise, gerçekten de adı gibi ....
Sahille ilgili olarak öğlen birden
sonra suların gel-git sebebiyle ciddi olarak çekildiğini öğreniyoruz ilk gün...
Sonraki günlerde saat 1 olmadan yüzmeye çalışıyorum bol bol... Sular çekilmeden
mango ağacından yapılan dhow yelkenlileri ile açılıyoruz biraz... Ada ziyaretçileri için eğlenceli bir aktivite denenmeli diye düşünüyorum...
Surfing in the Indian Ocean:)
Kaptanımız rotamızı çizer
Gerçek adı bir müslüman adı (hasan vs.) ama Zanzi Bar'da çalıştığı için ismini Micheal olarak değiştirdiğini söylüyor
Yelkenler Fora
Sahilde
geçen günlerin hiç birinde sahili izlemekten-insanları gözlemekten alamıyorum
kendimi... Çok yüksek olmayan gene çok zarif bir ahşap çit ile geniş kumsal
otel alanı ile halkın yürüdüğü alanı ayrılmış birbirinden... Çitin dışına
denize girmek için adım attığınızda sizinle tanışmak isteyen bir sürü yerli
geliyor yanınıza... Ya bir şey satmak istiyor ya da bir tur da rehberiniz
olmak... Bir süre sonra çok ısrarcı oluyorlar... Çite çok fazla yaklaşmaları
anladığım kadarıyla otel güvenliği tarafından engelleniyor... Sırf erkekler
değil kadınlar da turistlere bir şeyler satabilme derdinde... Çitin biraz önüne
oturup bohçalarından çıkardıkları pareoları tek tek açıp rüzgarda
dalgalandırıyor, potansiyel alıcılara teşhir ediyolar... 3 gün dirensem de daha
fazla direnemeyip son gün 3 adet birden alıyorum afrika desenli
pareolarımı...:))
Sahil çok canlı çok hareketli, sürekli
bir çocuk, kadın, erkek geçişi var... yürüyorlar bir yerden bir yere... O kadar
çok manzara var ki kafamda, hepsini anlatmak mümkün değil... Tek başına yıkanır
gibi denize giden güzel gözlü kız çocuğu çok çarpıcıydı... Vücudu mantar
yaraları içinde kalmış L...
Babası ile sohbet ediyoruz biraz... İlacı var mı diyorum, var diyor babası...
Başka bir saatte, suda topluca yüzen eğlenen cıvıl cıvıl kalabalık bir çocuk
topluluğu... Bir iki fotoğraf çekmek için yanlarına gittiğimde hemen hepsi
sudan çıkıyor ve “dolar dolar” diye etrafımı sarıyorlar... Bazısı da şampuan
istiyor... İlginç... Şampuan demişken, kadınlar da sıkça geçiyor sahilden...
Kolacı, Dolarcı gençlik:)
Gel-git öncesi sabah deniz çekilmeden Balıkçılar
Kadınların en belli başlı işlerinden denizdeki otları toplamak
Futbolun evrenselleği, kalede de sarışın bir avrupalı çocuk misafir oyuncu
Gel-git etkisini hissettirip de sular iyice çekildiğinde, denizin içinde bir
cins ot-yosun topluyorlar... Öğreniyorum ki, bu otları kendileri dikiyor, 2
hafta sonra topluyor ve Çinlilere satıyorlarmış.. Çinliler bu otlardan şampuan
yapıyor hatta yiyorlarmış bile... Şampuan için otların çok da hoş bir esansı
olduğunu söyleyemeyeceğim... Kumsalda futbol oynayan çelimsiz ama bence çok
kabiliyetli çocuk manzarası da gözümün önünde canlı hala... Hatta aralarına
bembeyaz pamuk tenli sapsarı saçlı bir turist çocuğu da almışlar... Tabiiki
kendileri kadar kabiliyetli olmadığından, kaleye geçmiş bu beyaz çocuk J Oturup maçlarını
izliyorum, farkedince beni çocuklar, aralarda top taça çıktığında vs.
başlıyolar seri parendeler taklalar atmaya... Show-off J)
Gel-git sebebiyle suların iyice
çekildiği saatlerde yapılacak diğer bir aktivite ise önümüzde görünür hale
gelen resiflere yürümek... Aman dikkat yolda deniz kestaneleri belirli bir
mesafeden sonra başlıyor... Kimi kocaman ve zehirli, kimi bordo-eflatun
renginde... Resiflerin içinde deniz yıldızları kocaman, rengarenk...süngerler,
küçük yılanlar ve nemo balıkları görmek mümkün... Resiflere yürürken de bizi
yanlız bırakmayan balıkçılar elime tutuşturuyolar capcanlı renkli deniz
yıldızlarını... aa mürekkep balıklarını görüyoruz tabiiki, dokunup ve
mürekkebini akıttıklarını gösteriyor balıkçı refakatçilerimiz... Resif
turumuzuda tamamlayıp sahile otel sınırlarına atıyoruz kendimizi... Zira hava
cok sıcak olmamasına rağmen, ciddi bir güneş çarpması yaşıyorum ertesi gün...
Halen burnum uçuklar içerisinde... L
Gelelim Stone Town’a... Fakirlik,
pislik, vurdumduymazlik, esrarlı kafalar... oturan erkekler... yanınıza yanaşan
esrarkeşler... çoğu gençte jamaika Bob Marley şapkaları... çocuklar ölü fareler
ile oynuyor... kimi çocuğun yüzünde hırçın bir ifade kiminin yüzünde çok mazlum
bir ifade var... Kadınların elleri kınalı, turuncu tırnaklı hatta kimisi şişman
ve siyah peçeler içinde... Stone Town da UNESCO koruması altında, keza hint
etkisi ahşap kapılar, ahşap ferforjeler inanılmaz güzel... Kendimi Zanzibar’da
değil de, Fas sokaklarında hissetiriyor şehrin tarihsel mimarisi... Karma bir
fas-hint dokusu var denilebilir yapılarda... Dar sokaklar, güzel kapılar...
Kimi zaman kırık dökük evler, kimi zaman müthiş bir sanat eseri cepheler...
Kimi sokaklarda esrar kokusu... Esrarkeş insanlar... Biraz içimizi burkuyor
Stone Town... Fakirlikten çok, cehalet ve Arap kültürünün sonucu olduğunu
düşüyorum bu hakim manzaranın...
Stone Town 'un dar sokakları
Eski evler ve güzel cepheleri
Kapılar, işlemeler, ve oturan erkekler
Sokaklar dar, harabe ama ince işçilik ürünü cepheler
Bir evin avlusu
Bob Marley şapkalı gençler
Stone Town'un çocukları
Stone Town'un erkek ahalisi
Ada o kadar verimli topraklar üzerindeki,
açlık diye bir sıkıntı kesinlikle yok... Olamaz bence, ağaçların altı meyve
dolu... Biz bazı sokaklara girmekten rahatsız olurken, bazı İngilizlerin hatta Almanların
bisikleti ile o sokaktan evine giderken ki benimsemişliğine, adaptasyonuna
şaşırıyorum... Bu yabancı adalılar biraz John Lennon- hippi gençliği prototipinde...
Pek ısınamıyoruz Stone Town’a gene de atlamış olmak istemiyorum sokaklarını...
Freddy Mercury’nin de bu adada doğup belli bir yaşa kadar çocukluğunu bu adada
geçirdiğini öğreniyoruz... Hatta evinin önüne de geliyoruz... Stone Town
deyince köle pazarı da mutlaka gezdiriliyor biz turistlere... Burda da
öğrendiğimiz bir ayrıntı, köleler birbirlerine zincirli halde yürütülüyor vs..
Ancak, hepsi farklı kabilelerden olacak şekilde birbirine bağlanıyor ki,
aralarında diyalog kontak oluşamasın...
Duruşu sevgi dolu
Hüzünlü bir çocuk
Hırçın bir kız çocuğu
Sokakların sahibi Çocuklar& Fareler
Güneşi, meşhur Sunset otelin terasında, Prison İsland‘ın
üstüne doğru batırıp, bu ürpertici karmaşık, çaprışık ama gene de güzel olan
merkezi bırakıp otelin vahasına atıyoruz kendimizi...
1 comment:
Butun nufus musluman mi?
Etıyopyanin yarisi hiristiyan yaa, o bakimdan sordum.
Hava kac derece, hangi mevsimi yasiyorlardi gittiginizde?
Safari kismi degil ama sahil, deniz tarafi ve yelkenler ozellikle cok ilgimi cekti, ne kadar hos fotograflar hepsi......
Safari sirasinda aslanlar ve filler gibi tehlikeli sayilabilecekler icin telle vs ile koruma alani var mi?
Post a Comment